Ana içeriğe atla

Kitaplar, Kitaplar...



Kitap satın almak dünyanın en güzel alışverişi. Hele ki Konak Pier'de Remzi Kitabevi'nden alıp %100 Rest'te sıcak çikolata eşliğinde karıştırmaya başlayınca ilk sayfaları daha bir başka oluyor. Konu bu değil tabi ki :).
Kitaba dokunmak diye bir şey var, o kitabın kokusu var. Kapağında kabartma varsa hele daha bir sevdirir kendini. Bunun yanında bir de sahaflardan alınan kitaplar var ki, elinize alınca vücuda yaydığı başka bir enerji var. O kitaba değen kim bilir kaç göz oldu, hangi yürekler okurken neler hissetti, belki sayfalarına gözyaşı döktü, ya da ona en çok dokunan cümlenin yanına bir yıldız çizdi, tüm bunları hissedersiniz işte. Evet bazen çantada taşımak zor gelir, kapağı  kıvrılır, kenarları yıpranır içinize oturur, ama beş duyunuzla etkileşime geçmek başkadır. Hergün büyüyen kitaplığı, dolan rafları izlemek ayrı bir keyif değil midir?
E-book kesinlikle pratikliği ve kullanım rahatlığıyla çok başka bir dünya sunuyor bize. Tabletlerin yanında sadece e-kitap okuyucu ürünlerde kullanıcının aklını çelmek için birebir. Ama bir duygu yoksunluğu var değil mi? Tek duyunuza hitap ediyor burda kitap. Karşı değilim kesinlikle ama işte ne bileyim içime sinmeyen bir şeyler var.
Hem bir şey daha var. E-kitap imzalanabiliyor mu?
(Önceki blogumdan aktarılmıştır. (2012-12-13 00:26:00) http://seymaustun.blogcu.com/kitaplar-kitaplar/13269826 )

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anne Tweet Siliyorlar!

31 Mart gecesi saatleri ileri aldık malum. Twitter'da geyikler dönerken, faydalı tweetler de atılmıyor değildi. NTV de bunu yapmak istedi. Sadece hatırlatmaktı niyeti. "Saatlerinizi geri almayı unutmayın" yazdı. Olabilir. Sonuçta bir insan sosyal medya sorumlusu. Şaşırabilir. Ama ne oldu, tweeti sildi. Olması gerektiği gibi yazdı. Demem o ki, silmeyeydi iyiydi. Onlarca alternatif cümle ile durumu kurtarabilirdi. Esprili bir dille toparlayabilirdi. Sanırım panik yaptı. Eli ayağına dolaştı. Sil tuşuna sarıldı. Napalım. Oldu bir kere. Takipçiden kaçmaz. Daha ne diyeyim.

Unvan Delisi

Başlık unvan delisi çünkü durumun en net ifadesi bu. Twitter hesabında herkes CEO. İşin ilginci gerçekten bir şeyler yapanların, küçük ya da büyük kendi işini başarıyla yürütenlerin tevazusu. Kurucu kelimesi bile yok çoğunda. Peki hiç kimseyken hatta çabalamazken kendine unvan yakıştırmak niye? Ben bunu gerçekten anlayamıyorum. 1. sınıftan, mezun olana kadar Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini sayısal olmayan her derste neredeyse gördük, görmediysek değindik. 5 kategoride olan bu ihtiyaçlar tamamlandıkça bir üst seviyedeki ihtiyacı tatmin etme arayışına girmek olarak açıklayabilirim kendimce. 1. Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım) 2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği) 3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık) 4. Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı) 5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erd...

İş Aşkı

Mezuniyet kapıya dayanınca hep aynı soru yağmur gibi yağıyor etraftan: " eee ne yapacaksın, iş başvurusunda bulundun mu hiç?", "işletme mezunları ne yapar ki? bak falanca banka girdi pek rahat.", "aa pazarlama mı, arabayla gezcen mi de kız işi mi o?"... böyle uzayan bir liste, sanki bizim içimizde fırtınalar kopmuyormuş gibi, dış sesler olmadan diplomayı alıp evin duvarına asma planları yapıyormuşuz gibi baskı hep baskı. Mahalle baskısı işte alın size.  Tabii ki hepimizin hayalleri var, kariyer yapmak istediğimiz alanlar var. Tabii ki kendi paramızı kazanıp, hayat standardımızı ve statümüzü yükseltmek istiyoruz. Maslov'un hiyerarşisinin tepesinde hepimizin gözü, itiraz etmeye gerek yok.  Bu konuya nereden geldim onu açıklayayım. Son 4 finalim kalmasıyla alakası yok tabii ki(!). Bu gün alttan dersim maliyet muhasebesinin sınavı vardı, bir de sosyal medyada pazarlama raporumun teslimi. Pazartesiden beri boşum. Maliyete tek gün ayırdım, kalan gü...