Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İndirimin Pincesi

Gün geçmiyor ki yeni bir entegre uygulamayla karşılaşmayalım. 1V1Y.com tweetsale uygulamasından sonra bu kez de en renkli sosyal ağımız pinteresti kullanarak "pindirim" adlı bir uygulamaya başlamış. Pinlemek fiiline yeterince alıştığımız için pindirim kelimesini de çabuk kabullenebileceğimizi düşünüyorum ki işin ucunda indirim olan her şeye karşı yüksek zaaf genlerine sahibiz. http://pindirim.1v1y.com/  adresine girdiğinizde en başta en çok pinlenen ürünü görüyorsunuz. Sayfanın altlarında diğer ürünler de mevcut. "Pindirim Nedir?" yazısına tıkladığınızda, bence sevimsiz, bir videoyla karşı karşıya kalacaksınız. Resimlere tıklamanız sizi ürünün sayfasına ulaştırmıyor, çünkü o ürünler şu an satışta değil. tweetsale uygulamasının aksine daha uzun bir vakit beklemeniz gerekmekte, süre bitene kadar. Süre sonunda ne olacak onu henüz bilmiyorum, bitmesine var daha. Bekleyip göreceğiz birlikte. "Sevgilim Alsın" butonuyla da geçtiğimiz ay dikkatleri üzer

Gençliğim Eyvah.

Bir 18 Mart'ı daha geride bıraktık. Çanakkale, dünya üzerinde koşulsuz, görmeden sevdiğim tek şehir. Yıllar önce ilk gittiğimde, güneşin doğuşuyla varmıştık Çanakkale'ye, abide yeni aydınlanıyordu, gözümü açtığımda. O an hissettiklerimi anlatamam. Çanakkale Zaferi'ne karşı apayrı bir hassasiyetim olduğundan belki bu kadar yoğun duygular hissettim. Bilemiyorum başkaları neler hissetti. Bugün sosyal medya kanallarında klişeler döndü durdu. Ama en azından bugüne özel bir farkındalık vardı. Belki çok da önemsemeyenler bile Google amcaya arattırdı bir şeyler. Gönül isterdi ki bu güne özel bir doodle olsun. Her neyse.  Benim kızdığım, boş laf eden güruh. Saygıyla anıyoruz v.s. lafları. Sadece bir gün "bu vatan kolay kazanılmadı" demek kimseyi bir yere getirmez. Ecdada layık yaşıyor muyuz, işte bunu sorgulamalıyız. Biz milletçe duygu yoğunluğu yüksek genler taşıyoruz. Emin bugün hepimiz bazı duyguları hissettik, ama niye sadece bugün?  Çanakkale Ruhu diye bir şey

Kurumsal Kurum-San

İşletme okumak güzeldi. Bu konuda bir problemim yok. İyi ki de nasip olmuş.  Eğitim süresince çeşitli derslerde çeşitli kurumlar ve işletmeleri örnek olarak inceledik, en yüzeysel boyutuyla. O boyutta hepsi öyle kurumsaldı ki. Bilemezdik gidip görmeden. Kurumsallık şirketin kurulduğu günden itibaren hayata gelen bir kavram. Şirket kurumsallaşarak mı büyür, yoksa büyüdükçe mi kurumsallaşır? Cevabı size kalmış.  Kurumsallaşma bitmeyen bir süreç. İçinde onlarca öğe barındırıyor. Biz sanıyoruz ki büyük şirketler, çok kar edenler harika bir kurumsal yapıya sahip. Gidip sorsanız yeni açılan pozisyonlarının görev tanımı daha yapmamışlardır. heybetli binaların içinde "açık iletişim", "yatay hiyerarşi" diyerek afili terimlerle laubali tavırları meşrulaştıranları konuşmama bilmem gerek var mı? Ya da kurumsallaşmayı logodan, misyon ve vizyondan ibaret bir kimlik oluşturma çerçevesine sıkıştıranlara ne demeli? Kurumsallık, kararlılıktır, örgütsel dengedir. Saygıdır,

Streisand Etkisi

Ben yeni duyuyorum, cehaletimden affınıza sığınırım.  http://www.universiteplus.com/  ile tanışmamış olsam belki daha bile geç öğrenecektim. Üniversite+ son zamanlarda başıma gelen güzel şeylerden biri. Üstad Google'a da sorarsanız, size yeterince bilgi verecektir. Ayşe Kök hocamızın verdiği Sosyal Medya Stratejileri dersinin ilkinde, Twitter'ın "Streisand Etkisi"ne tabi olduğundan bahsedildi. Bu ne ola ki diyerek araştırdım biraz. Kısaca şu: " Yasaklanması istenen içerik veya bilginin, tam tersi etkiye maruz kalarak hızla yayılması hadisesidir." Gayet aşina olduğumuz, hatta bu etkinin oluşmasına zaman zaman katkıda bulunduğumuz bir durum. Hikayesini ise kısaca şu şekilde anlatayım. 2003 yılında, California'da devlet destekli olarak kıyı erozyonu hakkında araştırma yapılıyor. Bu kapsamda onlarca fotoğraf çekilip yayınlanıyor. Araştırmaya dahil 12,000 fotoğrafın içinde Barbra Streisand'ın (kendisi hayli ünlü) malikanesinin de yer aldığı fotoğra

Viralizm

"Paylaşılan şey viraldir" demişti Batesmotelpro seminerde.  Sosyal medyanın bize sağladığı bu. Daha doğrusu "Paylaş" butonlarının. Bunlar bildiğimiz şeyler.  Bu yazıyı yazmama sebep takdir edersiniz ki Anadolu Efes'in videosu oldu, o kadar çok paylaşıldı ki, TV'de yayınlandığında neredeyse izlemeyen kalmamıştı. Aynı zamanlarda yayına giren Nivea Stress-Test videosunu solladı. Malum Türk damarı diye bir şey var. Efes'in videosunu sinema salonunu motorcu abilerin doldurduğu Carlsberg video reklamına benzettim biraz, anımsattı yani, bununla ilgili bir eleştri aldılar mı bilmem, ama bence iyi iş çıkardılar.  Viral video deyince eminim hepinizin aklına Profilo gelir. Bence bu konuda çok iyiler. Markaya karşı yüksek bir sempati oluşturdular. Profilo Pazarlama Müdürü Bahriye Hanım'ı dinleme şansım olmuştu, şu cümleyi kurdu "Tüketici en iyi kanaldır." Buna itirazımız olamaz. En çok güvendiğimiz pazarlama yönteminin ağızdan-ağıza pazar

Başlıksız

Bugün iki sela okundu burda. Cuma selası önce. Sonra ezan okundu. 13:45'te sela okundu yine. Ölüm selası. Doğru mu duyuyorum ki diye camı açık olan odama gittim. Perdenin arkasından dinlerken Necip Fazıl'ın o muhteşem beyiti geldi aklıma;  "Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber   Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber ?"  Gerçekten perde ardından gelmişti, bana dokunmadan, 1 selalık esti geçti. 1. sınıfta edebiyat dersinde hocamız bir arkadaşımıza sordu ölümü düşünüyor musun? diye. Hayır dedi. Bana sorsaydı tam tersi cevabı alacaktı. Düşünmezsin tabi dedi, en güzel yaşındasın. Yaşa ne zamandır bakıyordu ölüm? Ensemizde değil miydi Azrail (a.s.)? Hem o zaman sonbahardı. Yaprak dökümü zamanı. Bana güz olunca ölümler artıyor gibi geliyor. Sanki daha çok sela okunuyor. Bilmiyorum. Nasıl olurdu da düşünülmezdi ölüm? Ölüm bize kendini hep hatırlatıyor aslında. Dökülen yaprakta, solan çiçekte, beli bükülmüş yürüyen yaşlıda, kan anonsunda, her ezan sesinde. G

Dünya Parmağımda

Bu bizim ufaklık. Şımarık prensesimiz. Gözbebeğimiz. Mutluluk kaynağımız. O bir Z kuşağı. Onun bir ipad parmağı var. Televizyona dokunmatik muamelesi yapanlardan. Pepe’ye dair dünyası olanlardan. Tom ve Jerry saflığının ne demek olduğunu bilmeyeceklerden. Resimden anlaşıldığı gibi ekranlar onun hayatının vazgeçilmezi. Tabletini asla paylaşmıyor kimseyle. Kimin elindeyse alıp başka bi yere bırakıyor, dönüp gidiyor sonra. Diğer tüm telefon ve bilgisayar gibi cihazları da tekeline alıyor. Ve onu kim bilgisayar başına götürürse onun kucağından inmiyor. Resmi ayrıntılandırmak istiyorum. Önünden almanız mümkün değil. Başında 5 dk. duruyor. Kalkıp geziyor sonra çünkü herkesi kontrol etme ihtiyacı duyuyor. Bu arada kalkmışken benim telefonumu bulup getiriyor bana Murat Dalkılıç açıyorum ben ona elinde onunla geziyor. Şarkı değişir de beğenmediği bir şey çıkarsa da geri getiriyor. Sonra yine resimdeki yerini alıyor. O ekran bebeği. Hayatı parmağının ucunda tanımaya başladı. Birden

Çanlar Kimin İçin Çalıyor?

Dün bu saatlerde (şu an saat 00:05) bugünden daha coşkulu onbinlerce insan vardı.. bir kaç dakika önce herkes en yakınındaki sevdiğine sarılmıştı, birbirlerine hediyelerini vermişlerdi, müzik ve havai fişeklerin esşliğinde dünyanın derdi tasası son bulmuştu. İyi de tam olarak neyi kutlamışlardı? Dünden bugüne değişen neydi? Dertler geri gelmedi mi? Cüneyt Özdemir bir tweet atmış "Yine de bizde yeni yılın coşkusu çok farklı.. Burada Christmas denilince kutlama işi bitiyor. Yeni yıl biraz formalite gibi kutlanıyor..." diye Londra'dan. Ne de olsa inanç temelinde oluşturulmuş bir gün yeni yıla giriş. Christmas tatili yapıyorlar, partiler oluyor bunlar bildiğimiz şeyler, ama bizdeki durum daha farklı. Öncesinde tatilimiz yok, 1 Ocak dinlencesi var. Sonuçta gün kopma günü. Zaten olay da burda kopuyor. Eğlenmeye bahane arayan bir milletiz, enerjimiz yüksek, coşkumuz coşkun, yeni yıl geliyorken hiçbir şey olmamış gibi mi duracağız? Hayır, asla.  Nasıl ve ne zaman başlad

Kitaplar, Kitaplar...

Kitap satın almak dünyanın en güzel alışverişi. Hele ki Konak Pier'de Remzi Kitabevi'nden alıp %100 Rest'te sıcak çikolata eşliğinde karıştırmaya başlayınca ilk sayfaları daha bir başka oluyor. Konu bu değil tabi ki :). Kitaba dokunmak diye bir şey var, o kitabın kokusu var. Kapağında kabartma varsa hele daha bir sevdirir kendini. Bunun yanında bir de sahaflardan alınan kitaplar var ki, elinize alınca vücuda yaydığı başka bir enerji var. O kitaba değen kim bilir kaç göz oldu, hangi yürekler okurken neler hissetti, belki sayfalarına gözyaşı döktü, ya da ona en çok dokunan cümlenin yanına bir yıldız çizdi, tüm bunları hissedersiniz işte. Evet bazen çantada taşımak zor gelir, kapağı  kıvrılır, kenarları yıpranır içinize oturur, ama beş duyunuzla etkileşime geçmek başkadır. Hergün büyüyen kitaplığı, dolan rafları izlemek ayrı bir keyif değil midir? E-book kesinlikle pratikliği ve kullanım rahatlığıyla çok başka bir dünya sunuyor bize. Tabletlerin yanında sadece e-kita

Sattıyoruum.. Saatt-tımm!

1V1Y.com sitesini bilmeyen yoktur herhalde. En azından reklam filmini görmüşsünüzdür, hani çimenler üzerinde alışverişten musmutlu insanların olduğu. İşlerini çok iyi yapıyorlar benim görüşümce. En sevdiğim içerikleri ise 1V1YMag adlı sanal dergileri. Satın aldığımız bir dergi tadında, tam sayfa reklamları bile var, işin güzeli beğendiğiniz bir çok ürüne bir tıkla sahip olma imkanına sahipsiniz. Geçtiğimiz günlerde de 1. yaşlarını kutladılar. Uzun ömürlü olsunlar ne diyelim, pabbuc.com kapandı geçtiğimiz gün malum o yüzden en uygun dilek bu gibi. Hiç böyle bir yazıya niyetim yokken bu gün yaptıkları bir kampanyaya beni dürttü. TweetSale. Yukarıdaki resimden de anlaşıldığı üzere, seçilen bir ürün açık eksiltmeye çıkıyor. Eksiltmek için de tweet atmanız gerekiyor yani kullanılan kanal sosyal medya. Zor değil, tweet hazır: Bugün günlerden TweetSale.  http:// 1v1y.com/tweetsale    de tweet atıyorum, İpekyol kabanı bedavaya alıyorum.  #1v1ycomtweetsale   #ipekyol , Tweet At butonuna

Yaptılar, Oldu!

Konu, 2 sene önce üniversite 2. sınıfta hakkını vererek hazırladığımız ilk projemize dayanıyor. Marketing Management, ki benim en sevdiğim derstir kendisi, dersimiz kapsamında çok değerli ve benim için yeri farklı olan hocamız Prof. Dr. G. Nazan Günay bizlerden gruplarımızla yeni bir ürün oluşturmamızı ve tüm pazarlama süreçleriyle hazırlamamızı istedi. Neyse ki gelmiş geçmiş en mükemmel grup arkadaşlarım vardı ve hem eğlenerek hem de zorlanmadan projemizi gerçekleştirdik. İlk düşüncemiz topuğu istenildiğinde katlanıp düz babete dönüşen bir ayakkabıydı, ama ben özellikle itiraz ettim çünkü hayata geçirilmesinde fiziksel olarak imkânsızlıklar görüyordum, ama proje illa ki gerçekleştirilebilecek bir ürün olacak diye bir şart da yoktu. Sonra bu fikirden vazgeçtik ama bizden sonraki yıldı yanlış hatırlamıyorsam alt sınıftan bir grup bu fikri proje olarak sunmuş hocamıza. Biz de canım arkadaşlarımla yolumuza tahin-pekmez karışımımızla devam ettik. Fikir benden çıkmadı, çünkü ben yemiyorum k

3 Kuşak 1 Zirve

Kamu için çoktan geçmiş, ama benim için hala sıcaklığını koruyan bir organizasyon 9. Ege İnsan Yönetimi Zirvesi. Kendi adıma küçük bir başarı öyküsü, olmak istediğim yere bir referans belki. Ne kadar ötelemiş de olsam bu yazıyı her şey dün olmuşçasına yazıyorum şu an, öyle bir şey ki yazdım silindi bu ikinci baskı. Benim hikayem ise şöyle; Her şey Mayıs ayında Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’ndan aynı zamanda İK hocamız Yard. Doç. Dr. Tamer Keçecioğlu’nun fakültemizde ( Ege İİBF) İK günleri düzenlemesiyle başladı. Bu iki gün boyunca derslerde de sık sık bahsettiği PERYÖN de bir stand açmıştı. Standları gezerken bir anketleri olduğunu söyleyip cevaplamamızı rica ettiler. 3 dakikamızı aldı belki, sorulardan biri de X,Y,Z kuşaklarının ana tema olduğu 9. Ege İnsan Yönetimi Zirvemiz için slogan önerir misiniz oldu. Biraz düşünündüm ve 3 Kuşak 1 Zirve sloganını önerdim. Ve haziran ayında dernek başkanı Serdar Kalaycıoğlu’ndan sloganımın seçildiğine dair mail aldım. Tabi ki çok sevi

Twitter İyi ki Var

Her şey bir tweet ile başladı diyerek abartılı klasik bir giriş yapıyorum şu an. 9 Ekim günü Ercüment Büyükşener'in tweeti ile. EGİAD tarafından seminer vermesi için davet edilmiş, iyi ki davet etmiş sevgili EGİAD onlara da teşekkürü borç bilirim, katılmak isteyenlere de twitter'ı aracılığıyla haber veriyordu Ercüment Bey. Görmeyebilirdim de tabii ki, malum tweet akışı biraz hızlı. İletişim bilgilerimiz gönderdik ve 15 Ekim günü saat 15'te EGİAD'da hazırdık Müge'yle :). 2 kısımdan oluşuyordu Ercüment Bey'in sunumu; Sosyal Medyanın Ticaret Hayatı ve Bilinirliğe Etkisi ilk kısım, Dijital İletişim ve Sosyal Medya Yaklaşımı ve Etkileri ikinci kısımın başlıklarıydı. Birinci bölümde dikkat çekici ilk nokta geleneksel firmalara online yatırımın neden gerekli olduğunu anlatan başlıktı, çünkü hepimiz biliyoruz ki şirketlerin birçoğu eliyle tutamadığı, hatta kimi zaman korktuğu dijital hayata yatırım yapmaya hala çekimser davranıyor. Bir diğer önemli nokta ise ent

İzmir'den Bir Fuar Daha Geçti

Çok oldu kalem görevi vermeyeli klavyeye. Yazacak çok şey birikti aslında. Harika bir 9 Eylül geçti İzmir'den ve bir de Fuar. Tabii ben yine çıkmadım fuardan, her ne kadar Göksel konserine gidecek kimseyi bulamamış olsam da orda olduğum her gün güzel. Sanırım bu 81. İzmir Enternasyonel Fuar'ına dair bir yazı oluyor :). Biliyorsunuz veya bilmiyorsunuz ama genel söylem şu yönde, Fuar'ın artık eskisi gibi olmadığı. Bir de panayır diyorlar. Haksız değiller. Bambaşka bir dünyada yaşıyoruz artık. Globalleşmeyi aştık dijital bütünleşiyoruz, erişiyoruz ve yaşıyoruz. Fuar özünde firmaların, dahası yeni ürünlerin tanıtıldığı, sunulduğu organizasyonlardır. Bunda hemfikiriz ama bizim fuarlara ihtiyacımız var mı? Yeni çıkan ürünleri tanımak için ya da uzak bir şehirdeki girişiminden ve onun ürünlerinden haberdar olmak için fuarı mı beklemeliyiz? Asla hayır. Çünkü biz internette yaşıyoruz ve Web 2.0. kuşağıyız. Ama yine de bu yıl Fuar geçen yılkinden çok daha iyiydi.  Öncelikle

Pepsi and Ramazan

I wrote this article because of my friend's request. Pepsi is one of the multinational company who runs in Turkey. As we know all of the multinational companies implement different strategies in different countries because of demographics, geography etc. Promotion Strategies are important at that point because of brand loyalty. Company must create continuously brand awareness by tend to consumers emotions, these awareness brings brand preference. After that preferences, brand insistence is made. So, these three point create brand loyalty. In Turkey, Ramazan is big chance to create new advertisements. It is easy to influence consumers by romantic advertisements. Pepsi is well-known brand of course. Ramazan advertisements are reminder advertising for it. They send a message that; we are here for you in Ramazan. Pepsi sell goods, so they do product related advertising; it has 3 objectives. These objectives are to create brand awareness, to create and maintain the image of prod

'CV' Deyin Çekiyorum!

 Kariyer.net’te gezerken geçen gün bir ilana denk geldim, inceliyordum. İlanın sonunda şu ifade yer alıyordu: “ Fotoğrafsız CV’ler dikkate alınmayacaktır.” Firmaya karşı bir önyargı oluşturdu bu bende. Neden diye düşündüm. Bu konuyu daha önce Mbs yemeğinde L’oreal’den Zeynep Hanım’la da konuşmuştuk, isteğe bağlı bir durum olduğunu söylemişti ama anladığım kadarıyla fotoğraflı olması işverenler ve İK departmanlarının daha çok sevdiği bir durum. Amerika’da zorunluluk yokmuş hatırladığım kadarıyla, malum onlarda beyazlık ve siyahlık nahoş bir tarihe sahip. Ben işe alım pozisyonunda çalışsam herhalde fotoğraflı olmasını arzu ederdim ama inkar edilemez ki; fotoğraflı ama içi boş bir özgeçmiştense fotoğrafsız ve dolu olan bizi ilgilendirir, reklam yüzü ya da kapak kızı vs. aramıyorsak. Mülakata gelecek adayın önceden resmini görmek, onun hakkında bir izlenim edinmek için faydalı olabilir. Ama ayrımcılıkların bariz olarak yaşandığı ülkemizde ısrarla fotoğraflı CV istenmesi acaba dedir

Bana Rozetini Göster Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

Daha eskisini bilemeyeceğim ama benim jenerasyonum hatırlar, ilkokul ve ortaokulda rozetlerimiz vardı. Kırtasiyelerde satılırdı. Ünlülerin resimleri olurdu kimisinde, kimisinde de slogan ya da duvar yazısı dediğimiz tarzda yazılar olurdu. Britney, Back Stereet Boys falan zamanın en ünlüleri, o kadar ki hiç eksik olmazlardı rozetlerden. Bugs Bunny, Tweety gibi ailemizin parçası olan karakterler de vardı rozetlerde ama onları takmak çok da ‘cool’ bir görüntü çizmezdi arkadaşlarınıza karşı. Değişmez yazılar vardı bir de, ‘Kronik’ ile başlayıp ardından birçok kelimenin geldiği; “Kronik Romantik”, “Kronik Depresif”, “Kronik Çapkın” ve benzeri gibi rozetler çok popülerdi.  Duvar yazısı gibi olanları unutmayalım. Beni en çok etkileyen “ İstikbalimiz göklerdeydi, ozon tabakası delinince yere indi” yazısı olmalı ki çok net hatırlıyorum. Kendimizi böyle ifade edip eğleniyorduk işte. Sınırsız interneti, sosyal ağları hatta neredeyse Msn’i bile tanımamıştık. Ne oldu şimdi bu rozetler demiyoru

Logaritmik Yaklaşım

Tivilog. Bu isim sosyal medya tabanında televizyonun logaritmasını almak gibi geliyor bana. Yanlışım varsa logaritmayla arası iyi olan arkadaşlar düzeltebilir beni. Tivilog hayatımıza yeni katılan bir platform, ikincil ekran diye tanımlıyor kurucuları ve biraz foursquare mantığıyla çalışıyor.  Tivilog'a facebook ya da twitter hesabı ile bağlanmanız mümkün. Sonra izlediğiniz programa check-in yapıp 1 puan kazanıyorsunuz ve Tivilog'un iş ortağo olduğu kanallardan rozet kazanıyorsunuz, yorum yaparsanız yine 1 puan hatta facebook ya da twitter'da da paylaşırsanız +1 puan. Aslında kullanması hayli eğlenceli, özellikle tv izleme oranınız yüksekse. Çünkü karşınıza süprizler çıkabiliyor. Seksenler ekibini ziyaret eden şanslıları kıskanmamak mümkün değil mesela. Şimdi sırada Serdar Kuzuloğlu ile yemek şansı var.  Euro 2012'yi de es geçmedi Tivilog ve belirlediği kritelerde yine hediye verdi kullanıcılarına. Bir de uzun vadeli bir heyecan yaratmış durumdalar, arkadaşını

Geç de olsa...

Woman In Black geçtiğimiz Mart ayında vizyona girdi ve ben gidip izleyemedim. Az önce fırsat oldu ve oturdum başına. Çok mu matah da ben bu kadar taktım izlemeye, tabii ki hayır. Bunca hevesimin sebebi tabii ki Daniel. O bizim aileden biri yaklaşık 10 yıldır.  Daniel'ı bu güne getiren Harry Potter, benim de gönlümde yer etme sebebi. Harry Potter kalıbından sıyrılarak çektiği, ilk başrolü oynadığı filmi Woman In Black olunca izlememek içime dert olmuştu.  Ve izledim. Yine klasik, karanlık, elektrikten yoksun dönemlerde geçen, mezarların evlerin bahçelerinde olduğu, hyaletlerin insanlar gibi ortalarda gezdiği, güneşin hiç görünmediği, bolca yağmurlu ve fırtınalı bildiğimiz bir İngiliz filmi. Neyse ki aşina olduğum bir tarz, yadırgamadım.  Daniel... Aynı ses tonuyla kendini Arthur Kipps olarak tanıtması biraz ilginç geldi. Yine tren yolculuğu falan. Aynı bakışlar, o tutuk ifade, bizim Harry işte diyorum, onun  gibi cesur, meraklı, ve kahraman. Ama filmin başında ona hüzünl

Lisans Biter, Herkes Gider...

Romantik bakış açım, İskender Pala ile süslediğim kalemimle sayfalarca yazabilirim bu konuda ama yazmayacağım, o kadar derin duygusala gerek yok.  Bu gün 5 yıllık lisans maceramızın son final sınavını geçirdik bu gün. Bu konudaki duygu ve düşüncelerim bana kalsın istiyorum :). Gariptir ki kimse de o veda havası yoktu. Tek ders sınavı olmasından dolayı falan değil, bence henüz farkında değiliz. Hani herkes evine gidip geri dönmeyecek ya, işte o zaman gerçekler meydana çıkacak.  Yaşadığımız şehirde üniversite okumanın en kötü yanı bu sanırım; anıların hiç solmayacağı yerde, geri gelmeyecek günleri canlı canlı yaşamak her seferinde. Ve özlemek. Sevdiğimiz sevmediğimiz her şeyi. Lanet ettiğimiz sınavları, sabahladığımız ödevleri, rezil ettiğimiz sunumları. Her şeyden öte, birlikte paylaşılan duyguların, ayrı koşturmalar içinde sürüp gidecek hayatlarımızdan, yılda yalnızca bir kaç kez çalınabilecek bir kaç güne sığdırılması en zoru olacak. Bu konuyu daha fazla uzatamıyorum..  Bi

İş Aşkı

Mezuniyet kapıya dayanınca hep aynı soru yağmur gibi yağıyor etraftan: " eee ne yapacaksın, iş başvurusunda bulundun mu hiç?", "işletme mezunları ne yapar ki? bak falanca banka girdi pek rahat.", "aa pazarlama mı, arabayla gezcen mi de kız işi mi o?"... böyle uzayan bir liste, sanki bizim içimizde fırtınalar kopmuyormuş gibi, dış sesler olmadan diplomayı alıp evin duvarına asma planları yapıyormuşuz gibi baskı hep baskı. Mahalle baskısı işte alın size.  Tabii ki hepimizin hayalleri var, kariyer yapmak istediğimiz alanlar var. Tabii ki kendi paramızı kazanıp, hayat standardımızı ve statümüzü yükseltmek istiyoruz. Maslov'un hiyerarşisinin tepesinde hepimizin gözü, itiraz etmeye gerek yok.  Bu konuya nereden geldim onu açıklayayım. Son 4 finalim kalmasıyla alakası yok tabii ki(!). Bu gün alttan dersim maliyet muhasebesinin sınavı vardı, bir de sosyal medyada pazarlama raporumun teslimi. Pazartesiden beri boşum. Maliyete tek gün ayırdım, kalan gü

İlgi Çekici Adı ile Pinterest

2011 sonlarında hayatımıza giren, odağında daha çok resim imleme olan Pinterest'in ben en çok adını seviyorum. Pin your Interests gibi bir şey düşündüler herhalde, ya da Picture of Interest. Bunu araştırdım biraz ama bir şey çıkmadı karşıma, sonuçta bende uyandırdığı algı bu oldu. Zaten amacı da dünya çapında, insanların ilgilendiklerini paylaşarak birbirleriyle iletişim kurmaları olarak sitesinde yazıyor.  İlk başlarda kullanıcı sayısı azdı tabi ki, ama en çok ilgimi çeken ve takdir ettiğim mobilya firmalarının Pinterest'i etkin olarak kullanması oldu. Gerçekten onlar için çok uygun bir reklam aracı oldu Pinterest. Aynı şekilde moda bloggerları ve DIY bloggerları için de biçilmiş kaftan. Bloglarında paylaştıklarını, Pinterest panoları oluşturarak imleyebiliyorlar ve Pinterest kullanıcıları arama yaptıklarında, ki bu noktada anahtar kelimelerin kullanılması çok önemli, bu paylaşımlara erişebiliyorlar. Buna bağlı olarak aslında kişileri değil ilgi alanlarımızı araştırıyo

Reklamın Kötüsü- Boyoz Festivali

Tam da büyük hayal kırıklığımın ardından artık bir blog yazma zamanımın geldiğini düşünüyordum ki, ancak bu güne nasipmiş. Erteledim, yoğunluk oldu, okuldu, sunumdu derken bir durup baktım. Yazmak istediklerim birikmiş. Gecenin bir vaktinde geçtim ben de klavyenin başına.  Efendim, 6 Mayıs 2012 günü,bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere, biz İzmir halkının heyecanla beklediği 1. Boyoz Festivali gerçekleşti. Ve bitti. Boyoz yemeyi bırakın, yiyen bir vatandaş bile göremedim ben. Sebeplerini sıralayacağım fikrimce ama her şeye rağmen, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan insanların boyozu sadece Kavak Yelleri dizisinden bildiklerini ve ilk orada duyduklarını varsayarsak kayda değer ve takdire şayan bir organizasyon girişimiydi, harika da bir fikirdi. Hala da öyle. Çok isterim devam etsin, her yıl düzenlensin, çok iyi bir organizasyon olsun, bekleyip göreceğiz.  Alsancak İskelesi önünde saat 11'de başlayacak organizasyona ne kadar yüksek beklentilerle gittiğimi anlatamam.