Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Evmanya İle İmtihan

Çok bilendimden bildiriyorum. Ev tekstili vs. alışverişinde aklıma ilk gelen isim evmanya.com. Zihnimdeki algısı bir Markafoni neyse o. Asıl soru bu algının ne ara gelip zihnime oturduğu. Tek bulduğum sonuç Evim dergisinde sürekli var olmaları oldu. Küçük kardeşimin okula başlamasıyla "hadi yeni bir sandalye alalım"ın sonucunda annemin nette bol bol gezip evmanya'dan sandalye beğenmesiyle sürecin zor kısmını tamamladık. Aşağıdaki resimde görüldüğü üzere  3 Ekim 2013 günü siparişimizi verdik. Tamam sipariş saatimi de göz önüne alarak 4 Ekim gününe yuvarlayabiliriz bunu. Çabuk elime geçeceğine dair bir yanılgıya asla girmedim. Bayramdan sonra gelir herhalde diyordum. Bir de baktım 8 Ekim günü aşağıdaki mail geldi. Ohh dedim ne ala. UPS ile cumaya kadar gelir. Sonuçta salı günü kargoya verilen ürün İzmir'e ne kadar geç ulaşabilir ki? 11 Ekim gecesi aradım 7/24 hizmet veren çağrı merkezini açan olmadı telefonu.  İşin ilginci UPS'te kargo takip numarası

Olmak ya da Olmamak.

Bankacı olmak herhangi bir yerden para üstü alırken paranın sahteliğini istemeden kontrol etmektir. Bankacı olmak hafta sonu eşofmandan başka bir şey giymek istemektir. Bankacı olmak sosyal hayatı sınırlamaktır. Bankacı olmak Pharmaton'a mecbur olmaktır. Bankacı olmak CS6'yı unutmaktır. Bankacı olmak gündemi öğle arası twitter'dan takip etmektir. Bankacı olmak Avusturalya dolarıyla Kanada dolarını kayırmaktır. Bankacı olmak yazmaktan uzaklaşmaktır. Bankacı olmak yorulmaktır. Bankacı olmak koşmaktır. Bankacı olmak ündür. Bankacı olmak ciddiyettir. Bankacı olmak kıvırmaktır. Bankacı olmak sorumluluğun dibidir. Bankacı olmak arşiv tozu yutmaktır. Bankacı olmak eft ile havaleyi ayırmaktır. Bankacı olmak kurumsallıktır. Bankacı olmak hızdır. Bankacı olmak, her şeye razı olmaktır.

Ve Perde!

Sinemadan çok daha güzel geliyor bana tiyatro. O canlılığın içinde birden kayboluyor, duygudan duyguya hep birlikte atlıyor, gerektiğinde oyunun bir parçası oluyorsunuz. En basitinden alkışla eşlik etmek bile çok başka. İzmir'de bilinçli ve sürekli bir tiyatro izleyicisi var ki zaman zaman aynı yüzlerle karşılaşabiliyorsunuz. Bir de yer bulamamaktan bazen garip bir zevk duyuyorum :) Tüm sahneleri geçtim, Konak Sahnesinde oyun izlemek tek kelimeyle muhteşem. Tarihi bina ve muazzam dekor  oyunla birleşiyor. Bir de kışın içilen bir bardak sıcacık çay bile başka lezzetli. Oda tiyatrosunda oyun izlemekse insana kendini özel hissettiriyor, birkaç kişiye salon kapatılmış gibi. Tüm bunlar sadece işin tuzu biberi aslında, muhteşem devlet tiyatrosu oyuncuları yanında. Ben mi çok abartıyorum bilmiyorum ama bir İbrahim Raci Öksüz gerçeğini göz ardı edemeyiz. Sezon başlıyor, ben heyecanlıyım, paylaşmak istedim. Eksik kalmasın, mutlaka gidin. Oyun başlasın ;)

Dikkat Lütfen

Hiç düşünmedim devlet memuru olmayı. Hala da istemiyorum, Rabbim esirgesin. Yerimde çakılı kalmadığım bir çalışma hayatı istedim. Hareketli ve renkli ve rekabetli. Ve hep aynı şeyi tekrarladım, ne istemediğime dair.  Yukardakilerin harmanlanmışını yaşıyorum şimdi. Neyse ki çalışmayı seviyorum, bazı günler gidişimi sessizce haykırıyor olsam da. Bu aslında uzun bir tweet sadece. Demem o ki, konuşurken dikkat edin. Dua saati diye bir şey var en gizlisinden. 

Yine, Yeniden

Yine mi?  Evet. Otobüsteyim yine.  Yollar geçtikte hayatlarından geçtiğimiz ve hayatımızdan geçen insanları düşündüm. Tanışıyoruz, tanımaya çalışıyoruz, çalışsak da başaramıyoruz, yargılıyoruz, seviyoruz, suçluyoruz, beğenmiyoruz, hayran oluyoruz, kıskanıyoruz, hüküm veriyoruz, devam ediyoruz yola belki de siliyoruz.  Oryantal bakış açısıyla anlaşamayan modern popülistmişim mesela ben. Bir şahsın yolculuğunda böyle adlandırıldım. Sonra girişik bileşik cümleler gibi olduğumuz insanlar vardır hani. Yok oluruz bir gün. Cümle biter. 1 metre parşömen uzunluğunda da yazsanız cümle bitmiştir. Parşömen bu ya kenarda dururken yıpranır, kendisi de yazıları da. Okuyamazsınız zaman geçtikçe çok yerini. Koyu kalemle yazılanlar kalmıştır bir tek. Ne olmuştur o cümleden sonra 1.tekil şahısla yazdığımız cümlelerdeki duygular. İki farklı parşömenin üzerinde oynayan kalemlerden neler dökülür? Merak eder durur, bilemeyiz.  Peki yoldaki molalar? Hani nadiren görüşsek de bizi varlığıyla dinlendiren insanla

Babaannem

Bu yazı babaannemle ilgili. Tam da bugün babamın doğum günü. O annenin ilk evladı. Eşe itaat noktasında eşi benzeri olmayan bir kadın. Artık unutkanlık hastalığı kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamış olsa da yabancı bir erkek gelecekse, kaşla göz arasında gidip çorap giyen bir kadın. Onun takvası bu. Eşine bunca itaat eden kadın Rabbine nasıl itaat etmesin? Gencecik evlendirilmiş, hayatı hizmet etmekle geçmiş. Dedemin, bacanaklarının bakış açısını sevmemesi yüzünden kız kardeşleriyle görüşmesi hep kısıtlanmış. İşte ben en çok üzülüyorum. geçtiğimiz günlerde babaannemi ziyarete geldi ablası ve kardeşleri. Fotoğraf çekildiler o gün. Telefondan gösterdim fotoğrafı, öyle bir sevgiyle baktı ki, aklından neler geçti kim bilir. Sonra öptü fotoğraftaki her bir yüzü. Ufak tefek, çok güzel bir kadınmış babaannem. Hâlâ güzel. Belki de kıskandığından yaptı dedem onca şeyi. Şimdiki bizlerin feminen duyguları öfke oluşturabiliyor bazen, ama babaannem hala dedemin gözünün içine bakıyor, bir

Videosal

Geçtiğimiz günlerde sosyalmedya.co' da okuduğum  http://sosyalmedya.co/?s=Cinematique  haber üzerine biraz düşündüm. E-ticaret platformları için iyi bir seçenek. Mesela 1v1y magazinde sayfaları gezerken beğenilen ürüne tıklayıp satın alma sayfasına gitmek şahsen hoşuma giden bir uygulama. Şimdi bu tarz video içeriklerinin yaygınlaşmasına hep birlikte şahit olacağımızı düşünüyorum. Sitelerin içinde değil de sosyal paylaşım sitelerinde, özellikle facebook'ta kullanılması yakındır. Yalnız sosyalmedya.co haberindeki videoyu izlerken çıkan noktalara tıklamakta zorlandığımı da belirtmeliyim.  Aslında entegrasyon sağlanması gereken baş sektör:diziler. Hatırlarsanız Aşk-ı Memnu oynarken karakterlerin kıyafetleri çok ses getirmiş ve birçok site hizmete açılmıştı. Sponsorlar vasıtasıyla dizilerin yayınlarıyla eş zamanlı videoların hazırlanıp sunulması, bu uygulamanın sadece e-ticaret boyutunda kalmayıp fiziki satış yapan perakendecilere ve tasarımcılara da faydalı olacağına inanıyorum. 

Reklam Arası

Yaz gelir. Heryer renklenir. Vitrinler, sokaklar ve tabi ki reklamlar. Özellikle içecek reklamları. Ramazan ayı, hamd olsun erdiren Rabbime, malum sıcak. Oruç, kolay değil. İçecek her şey paradan çok değerli. Elbette ki Coca-Cola en sükseli, cicili bicili, duygulu reklamı yapar. Ama gelin görün ki bi samimiyet eksikliği var bu kez. Sonra bir bakarız ki Çaykur Didi diye bir ürün çıkarmış.  Ürünü denemedim henüz ama deneyenler lezzetinden memnun kalmış. Tabi ki yerli soğuk çayımız olsun ve bunu Çaykur yapsın. Harika. Ama ben o reklamı sevmedim. Tamam "varmısınyokmusunmevlütünannesi" teyzemiz sevimli, ama reklam bir eğreti olmamış mı? Hepsini geçtim, Didi diye isim mi olur? Olmaz ki. Ne müthiş çağrışımdır ki şu geliyor aklıma:  http://youtu.be/rNJNnwCLbRE Ve bir kaç yıldır, soframızın vazgeçilmezi, pazarın kaymağını da götüren Uludağ limonata da yine reklam yapamamış. Yapmış da yapamamış. Ben böyle sevimsizlik, böyle zorlama görmedim. Samimi, bizden biri imajını verm

Sefer Vakti

Yolculuk. Ne kadar uzarsa o kadar içselleşiyor. Yollar uzayıp, manzaralar değiştikçe derinleşiyor düşünceler. Bir başınalığın sakinliği ve çıldırmışlığı. Zıt duyguların ve düşüncelerin çarpışması. Ama fonda bir Lady D'arbanville olmalı ki huzur kaçmasın. Düşündükçe düşüneyim. Geçmişi ve şimdiki zamanı. Geleceğe dair realist hedeflerimi. Yok ama hayal. Yol gerçek, yolculuk gerçek. Yolculuğun da rolleri var. Şoför rolü. Yönetici. Organizatör. Sanırım ben yan koltukçuyum. Seyircisiyim yolculuğun. İstediğim yöne bakmakta özgürüm. Hayır ama ben sorumsuz değilim bu rolde. Direktörün dikkatini dağıtmamalıyım, her gördüğümü göstermemeliyim belki de. Yoluna müdahale etmemeliyim. Konuşmam zaten fazla. İyi bir yan koltukçuyum ben, saatlerce eşlik ederim yolculuğa. İzmir'den İstanbul'a otobüsle gitmeyi seviyorum mesela. En arka koltukçuyum orda da. Yanıma kimseyi istemem ama. Bir de telefonla konuşurum. O telefondan uzak duramıyorum. Yayılmalıyım. Kitapsız olmaz. Asla. Yol uz

Hoşgeldiniz, İşleminiz Neydi?

Az çok nelerden hoşlandığım belli. Ve ben artık bankacıyım. Bu iki cümlenin ardında tez konusu yatıyor aslında. Bir çeşit sebepler silsilesi her şey. Yazmayışlarım bundan işte. Bana kalan vaktin içine sığdırmaya çalışıyorum her şeyi ve herkesi. Sevdim ama, iyi gidiyor her şey. Yoğun geçiyor. Fark ettim ki, çalışmayı seviyorum ben. İşimi hayatımın merkezine alıp geçirebilirim ömrümü mutlulukla. Evet, bankacılık hevesli olduğum bir alan değildi belki ama sabah 8 akşam 5 sabit devlet memuru değilim sonuçta, Allah korusun. Benim için iş, değer katılan bir alan olmalı. Bu yüzden uzaktım bankacılığa belki de. Üretken olamayacağım için, yeni bir şeyler katamayacağım için, bilemiyorum. Sevdiğim işi yapmak değil belki bu ama, şu an yaptığım işi seviyorum. Hem yakında, güzel şeyler olacak. Sadece bankacı olamam ya!

Cevahir Çarpması

Bir pazar günü Cevahir AVM'ye gittim. Bir ara çöktüğümü hatırlıyorum. Uzaktan şöyle bir baktım. Araplarla birlikte geniş bir kitle sürekli hareket ediyor. İnsan seli diyemem çünkü akış çok yönlü. Her mağaza tutuşmayı bekleyen çalı çırpı, insanlar da alev topu gibi karşı konulamaz şekilde büyüyen bir ateşle onlara doğru gidiyorlar sırayla. Herkes cebindeki kadar yansa da, biliyoruz ki kredi kartları limitleri kadar da yanıyorlar bir süre sonra. Tüm bu ateşe rağmen her şey çok soğuk. Satıcılar soğuk, insanlar soğuk, her şey.  Cevahir çok büyük. Geniş bütçeye hitap eden mağazalarıyla ve konumu da itibariyle çok fazla kimseyi kendine çekiyor. Ve o kalabalık beni fazlasıyla yordu. Bazen düşünüyorum, alıp da bitiremediğimiz ne var bu kadar diye. Asıl konu da bu ya, neyse. İzmirliye İstanbul sanırım zor geliyor. Belki ekmek burada ama hayat nerede? Pazar günü oraya gidilmez, gitsen dönülmez v.s. Bunlar bizim alışık olduğumuz şeyler değil. Olsa bile, alternatif çok. Cevahir yo

Unvan Delisi

Başlık unvan delisi çünkü durumun en net ifadesi bu. Twitter hesabında herkes CEO. İşin ilginci gerçekten bir şeyler yapanların, küçük ya da büyük kendi işini başarıyla yürütenlerin tevazusu. Kurucu kelimesi bile yok çoğunda. Peki hiç kimseyken hatta çabalamazken kendine unvan yakıştırmak niye? Ben bunu gerçekten anlayamıyorum. 1. sınıftan, mezun olana kadar Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini sayısal olmayan her derste neredeyse gördük, görmediysek değindik. 5 kategoride olan bu ihtiyaçlar tamamlandıkça bir üst seviyedeki ihtiyacı tatmin etme arayışına girmek olarak açıklayabilirim kendimce. 1. Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım) 2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği) 3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık) 4. Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı) 5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erd

Anne Tweet Siliyorlar!

31 Mart gecesi saatleri ileri aldık malum. Twitter'da geyikler dönerken, faydalı tweetler de atılmıyor değildi. NTV de bunu yapmak istedi. Sadece hatırlatmaktı niyeti. "Saatlerinizi geri almayı unutmayın" yazdı. Olabilir. Sonuçta bir insan sosyal medya sorumlusu. Şaşırabilir. Ama ne oldu, tweeti sildi. Olması gerektiği gibi yazdı. Demem o ki, silmeyeydi iyiydi. Onlarca alternatif cümle ile durumu kurtarabilirdi. Esprili bir dille toparlayabilirdi. Sanırım panik yaptı. Eli ayağına dolaştı. Sil tuşuna sarıldı. Napalım. Oldu bir kere. Takipçiden kaçmaz. Daha ne diyeyim.

İndirimin Pincesi

Gün geçmiyor ki yeni bir entegre uygulamayla karşılaşmayalım. 1V1Y.com tweetsale uygulamasından sonra bu kez de en renkli sosyal ağımız pinteresti kullanarak "pindirim" adlı bir uygulamaya başlamış. Pinlemek fiiline yeterince alıştığımız için pindirim kelimesini de çabuk kabullenebileceğimizi düşünüyorum ki işin ucunda indirim olan her şeye karşı yüksek zaaf genlerine sahibiz. http://pindirim.1v1y.com/  adresine girdiğinizde en başta en çok pinlenen ürünü görüyorsunuz. Sayfanın altlarında diğer ürünler de mevcut. "Pindirim Nedir?" yazısına tıkladığınızda, bence sevimsiz, bir videoyla karşı karşıya kalacaksınız. Resimlere tıklamanız sizi ürünün sayfasına ulaştırmıyor, çünkü o ürünler şu an satışta değil. tweetsale uygulamasının aksine daha uzun bir vakit beklemeniz gerekmekte, süre bitene kadar. Süre sonunda ne olacak onu henüz bilmiyorum, bitmesine var daha. Bekleyip göreceğiz birlikte. "Sevgilim Alsın" butonuyla da geçtiğimiz ay dikkatleri üzer

Gençliğim Eyvah.

Bir 18 Mart'ı daha geride bıraktık. Çanakkale, dünya üzerinde koşulsuz, görmeden sevdiğim tek şehir. Yıllar önce ilk gittiğimde, güneşin doğuşuyla varmıştık Çanakkale'ye, abide yeni aydınlanıyordu, gözümü açtığımda. O an hissettiklerimi anlatamam. Çanakkale Zaferi'ne karşı apayrı bir hassasiyetim olduğundan belki bu kadar yoğun duygular hissettim. Bilemiyorum başkaları neler hissetti. Bugün sosyal medya kanallarında klişeler döndü durdu. Ama en azından bugüne özel bir farkındalık vardı. Belki çok da önemsemeyenler bile Google amcaya arattırdı bir şeyler. Gönül isterdi ki bu güne özel bir doodle olsun. Her neyse.  Benim kızdığım, boş laf eden güruh. Saygıyla anıyoruz v.s. lafları. Sadece bir gün "bu vatan kolay kazanılmadı" demek kimseyi bir yere getirmez. Ecdada layık yaşıyor muyuz, işte bunu sorgulamalıyız. Biz milletçe duygu yoğunluğu yüksek genler taşıyoruz. Emin bugün hepimiz bazı duyguları hissettik, ama niye sadece bugün?  Çanakkale Ruhu diye bir şey

Kurumsal Kurum-San

İşletme okumak güzeldi. Bu konuda bir problemim yok. İyi ki de nasip olmuş.  Eğitim süresince çeşitli derslerde çeşitli kurumlar ve işletmeleri örnek olarak inceledik, en yüzeysel boyutuyla. O boyutta hepsi öyle kurumsaldı ki. Bilemezdik gidip görmeden. Kurumsallık şirketin kurulduğu günden itibaren hayata gelen bir kavram. Şirket kurumsallaşarak mı büyür, yoksa büyüdükçe mi kurumsallaşır? Cevabı size kalmış.  Kurumsallaşma bitmeyen bir süreç. İçinde onlarca öğe barındırıyor. Biz sanıyoruz ki büyük şirketler, çok kar edenler harika bir kurumsal yapıya sahip. Gidip sorsanız yeni açılan pozisyonlarının görev tanımı daha yapmamışlardır. heybetli binaların içinde "açık iletişim", "yatay hiyerarşi" diyerek afili terimlerle laubali tavırları meşrulaştıranları konuşmama bilmem gerek var mı? Ya da kurumsallaşmayı logodan, misyon ve vizyondan ibaret bir kimlik oluşturma çerçevesine sıkıştıranlara ne demeli? Kurumsallık, kararlılıktır, örgütsel dengedir. Saygıdır,

Streisand Etkisi

Ben yeni duyuyorum, cehaletimden affınıza sığınırım.  http://www.universiteplus.com/  ile tanışmamış olsam belki daha bile geç öğrenecektim. Üniversite+ son zamanlarda başıma gelen güzel şeylerden biri. Üstad Google'a da sorarsanız, size yeterince bilgi verecektir. Ayşe Kök hocamızın verdiği Sosyal Medya Stratejileri dersinin ilkinde, Twitter'ın "Streisand Etkisi"ne tabi olduğundan bahsedildi. Bu ne ola ki diyerek araştırdım biraz. Kısaca şu: " Yasaklanması istenen içerik veya bilginin, tam tersi etkiye maruz kalarak hızla yayılması hadisesidir." Gayet aşina olduğumuz, hatta bu etkinin oluşmasına zaman zaman katkıda bulunduğumuz bir durum. Hikayesini ise kısaca şu şekilde anlatayım. 2003 yılında, California'da devlet destekli olarak kıyı erozyonu hakkında araştırma yapılıyor. Bu kapsamda onlarca fotoğraf çekilip yayınlanıyor. Araştırmaya dahil 12,000 fotoğrafın içinde Barbra Streisand'ın (kendisi hayli ünlü) malikanesinin de yer aldığı fotoğra

Viralizm

"Paylaşılan şey viraldir" demişti Batesmotelpro seminerde.  Sosyal medyanın bize sağladığı bu. Daha doğrusu "Paylaş" butonlarının. Bunlar bildiğimiz şeyler.  Bu yazıyı yazmama sebep takdir edersiniz ki Anadolu Efes'in videosu oldu, o kadar çok paylaşıldı ki, TV'de yayınlandığında neredeyse izlemeyen kalmamıştı. Aynı zamanlarda yayına giren Nivea Stress-Test videosunu solladı. Malum Türk damarı diye bir şey var. Efes'in videosunu sinema salonunu motorcu abilerin doldurduğu Carlsberg video reklamına benzettim biraz, anımsattı yani, bununla ilgili bir eleştri aldılar mı bilmem, ama bence iyi iş çıkardılar.  Viral video deyince eminim hepinizin aklına Profilo gelir. Bence bu konuda çok iyiler. Markaya karşı yüksek bir sempati oluşturdular. Profilo Pazarlama Müdürü Bahriye Hanım'ı dinleme şansım olmuştu, şu cümleyi kurdu "Tüketici en iyi kanaldır." Buna itirazımız olamaz. En çok güvendiğimiz pazarlama yönteminin ağızdan-ağıza pazar

Başlıksız

Bugün iki sela okundu burda. Cuma selası önce. Sonra ezan okundu. 13:45'te sela okundu yine. Ölüm selası. Doğru mu duyuyorum ki diye camı açık olan odama gittim. Perdenin arkasından dinlerken Necip Fazıl'ın o muhteşem beyiti geldi aklıma;  "Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber   Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber ?"  Gerçekten perde ardından gelmişti, bana dokunmadan, 1 selalık esti geçti. 1. sınıfta edebiyat dersinde hocamız bir arkadaşımıza sordu ölümü düşünüyor musun? diye. Hayır dedi. Bana sorsaydı tam tersi cevabı alacaktı. Düşünmezsin tabi dedi, en güzel yaşındasın. Yaşa ne zamandır bakıyordu ölüm? Ensemizde değil miydi Azrail (a.s.)? Hem o zaman sonbahardı. Yaprak dökümü zamanı. Bana güz olunca ölümler artıyor gibi geliyor. Sanki daha çok sela okunuyor. Bilmiyorum. Nasıl olurdu da düşünülmezdi ölüm? Ölüm bize kendini hep hatırlatıyor aslında. Dökülen yaprakta, solan çiçekte, beli bükülmüş yürüyen yaşlıda, kan anonsunda, her ezan sesinde. G

Dünya Parmağımda

Bu bizim ufaklık. Şımarık prensesimiz. Gözbebeğimiz. Mutluluk kaynağımız. O bir Z kuşağı. Onun bir ipad parmağı var. Televizyona dokunmatik muamelesi yapanlardan. Pepe’ye dair dünyası olanlardan. Tom ve Jerry saflığının ne demek olduğunu bilmeyeceklerden. Resimden anlaşıldığı gibi ekranlar onun hayatının vazgeçilmezi. Tabletini asla paylaşmıyor kimseyle. Kimin elindeyse alıp başka bi yere bırakıyor, dönüp gidiyor sonra. Diğer tüm telefon ve bilgisayar gibi cihazları da tekeline alıyor. Ve onu kim bilgisayar başına götürürse onun kucağından inmiyor. Resmi ayrıntılandırmak istiyorum. Önünden almanız mümkün değil. Başında 5 dk. duruyor. Kalkıp geziyor sonra çünkü herkesi kontrol etme ihtiyacı duyuyor. Bu arada kalkmışken benim telefonumu bulup getiriyor bana Murat Dalkılıç açıyorum ben ona elinde onunla geziyor. Şarkı değişir de beğenmediği bir şey çıkarsa da geri getiriyor. Sonra yine resimdeki yerini alıyor. O ekran bebeği. Hayatı parmağının ucunda tanımaya başladı. Birden

Çanlar Kimin İçin Çalıyor?

Dün bu saatlerde (şu an saat 00:05) bugünden daha coşkulu onbinlerce insan vardı.. bir kaç dakika önce herkes en yakınındaki sevdiğine sarılmıştı, birbirlerine hediyelerini vermişlerdi, müzik ve havai fişeklerin esşliğinde dünyanın derdi tasası son bulmuştu. İyi de tam olarak neyi kutlamışlardı? Dünden bugüne değişen neydi? Dertler geri gelmedi mi? Cüneyt Özdemir bir tweet atmış "Yine de bizde yeni yılın coşkusu çok farklı.. Burada Christmas denilince kutlama işi bitiyor. Yeni yıl biraz formalite gibi kutlanıyor..." diye Londra'dan. Ne de olsa inanç temelinde oluşturulmuş bir gün yeni yıla giriş. Christmas tatili yapıyorlar, partiler oluyor bunlar bildiğimiz şeyler, ama bizdeki durum daha farklı. Öncesinde tatilimiz yok, 1 Ocak dinlencesi var. Sonuçta gün kopma günü. Zaten olay da burda kopuyor. Eğlenmeye bahane arayan bir milletiz, enerjimiz yüksek, coşkumuz coşkun, yeni yıl geliyorken hiçbir şey olmamış gibi mi duracağız? Hayır, asla.  Nasıl ve ne zaman başlad

Kitaplar, Kitaplar...

Kitap satın almak dünyanın en güzel alışverişi. Hele ki Konak Pier'de Remzi Kitabevi'nden alıp %100 Rest'te sıcak çikolata eşliğinde karıştırmaya başlayınca ilk sayfaları daha bir başka oluyor. Konu bu değil tabi ki :). Kitaba dokunmak diye bir şey var, o kitabın kokusu var. Kapağında kabartma varsa hele daha bir sevdirir kendini. Bunun yanında bir de sahaflardan alınan kitaplar var ki, elinize alınca vücuda yaydığı başka bir enerji var. O kitaba değen kim bilir kaç göz oldu, hangi yürekler okurken neler hissetti, belki sayfalarına gözyaşı döktü, ya da ona en çok dokunan cümlenin yanına bir yıldız çizdi, tüm bunları hissedersiniz işte. Evet bazen çantada taşımak zor gelir, kapağı  kıvrılır, kenarları yıpranır içinize oturur, ama beş duyunuzla etkileşime geçmek başkadır. Hergün büyüyen kitaplığı, dolan rafları izlemek ayrı bir keyif değil midir? E-book kesinlikle pratikliği ve kullanım rahatlığıyla çok başka bir dünya sunuyor bize. Tabletlerin yanında sadece e-kita

Sattıyoruum.. Saatt-tımm!

1V1Y.com sitesini bilmeyen yoktur herhalde. En azından reklam filmini görmüşsünüzdür, hani çimenler üzerinde alışverişten musmutlu insanların olduğu. İşlerini çok iyi yapıyorlar benim görüşümce. En sevdiğim içerikleri ise 1V1YMag adlı sanal dergileri. Satın aldığımız bir dergi tadında, tam sayfa reklamları bile var, işin güzeli beğendiğiniz bir çok ürüne bir tıkla sahip olma imkanına sahipsiniz. Geçtiğimiz günlerde de 1. yaşlarını kutladılar. Uzun ömürlü olsunlar ne diyelim, pabbuc.com kapandı geçtiğimiz gün malum o yüzden en uygun dilek bu gibi. Hiç böyle bir yazıya niyetim yokken bu gün yaptıkları bir kampanyaya beni dürttü. TweetSale. Yukarıdaki resimden de anlaşıldığı üzere, seçilen bir ürün açık eksiltmeye çıkıyor. Eksiltmek için de tweet atmanız gerekiyor yani kullanılan kanal sosyal medya. Zor değil, tweet hazır: Bugün günlerden TweetSale.  http:// 1v1y.com/tweetsale    de tweet atıyorum, İpekyol kabanı bedavaya alıyorum.  #1v1ycomtweetsale   #ipekyol , Tweet At butonuna

Yaptılar, Oldu!

Konu, 2 sene önce üniversite 2. sınıfta hakkını vererek hazırladığımız ilk projemize dayanıyor. Marketing Management, ki benim en sevdiğim derstir kendisi, dersimiz kapsamında çok değerli ve benim için yeri farklı olan hocamız Prof. Dr. G. Nazan Günay bizlerden gruplarımızla yeni bir ürün oluşturmamızı ve tüm pazarlama süreçleriyle hazırlamamızı istedi. Neyse ki gelmiş geçmiş en mükemmel grup arkadaşlarım vardı ve hem eğlenerek hem de zorlanmadan projemizi gerçekleştirdik. İlk düşüncemiz topuğu istenildiğinde katlanıp düz babete dönüşen bir ayakkabıydı, ama ben özellikle itiraz ettim çünkü hayata geçirilmesinde fiziksel olarak imkânsızlıklar görüyordum, ama proje illa ki gerçekleştirilebilecek bir ürün olacak diye bir şart da yoktu. Sonra bu fikirden vazgeçtik ama bizden sonraki yıldı yanlış hatırlamıyorsam alt sınıftan bir grup bu fikri proje olarak sunmuş hocamıza. Biz de canım arkadaşlarımla yolumuza tahin-pekmez karışımımızla devam ettik. Fikir benden çıkmadı, çünkü ben yemiyorum k

3 Kuşak 1 Zirve

Kamu için çoktan geçmiş, ama benim için hala sıcaklığını koruyan bir organizasyon 9. Ege İnsan Yönetimi Zirvesi. Kendi adıma küçük bir başarı öyküsü, olmak istediğim yere bir referans belki. Ne kadar ötelemiş de olsam bu yazıyı her şey dün olmuşçasına yazıyorum şu an, öyle bir şey ki yazdım silindi bu ikinci baskı. Benim hikayem ise şöyle; Her şey Mayıs ayında Yönetim ve Organizasyon Anabilim Dalı’ndan aynı zamanda İK hocamız Yard. Doç. Dr. Tamer Keçecioğlu’nun fakültemizde ( Ege İİBF) İK günleri düzenlemesiyle başladı. Bu iki gün boyunca derslerde de sık sık bahsettiği PERYÖN de bir stand açmıştı. Standları gezerken bir anketleri olduğunu söyleyip cevaplamamızı rica ettiler. 3 dakikamızı aldı belki, sorulardan biri de X,Y,Z kuşaklarının ana tema olduğu 9. Ege İnsan Yönetimi Zirvemiz için slogan önerir misiniz oldu. Biraz düşünündüm ve 3 Kuşak 1 Zirve sloganını önerdim. Ve haziran ayında dernek başkanı Serdar Kalaycıoğlu’ndan sloganımın seçildiğine dair mail aldım. Tabi ki çok sevi

Twitter İyi ki Var

Her şey bir tweet ile başladı diyerek abartılı klasik bir giriş yapıyorum şu an. 9 Ekim günü Ercüment Büyükşener'in tweeti ile. EGİAD tarafından seminer vermesi için davet edilmiş, iyi ki davet etmiş sevgili EGİAD onlara da teşekkürü borç bilirim, katılmak isteyenlere de twitter'ı aracılığıyla haber veriyordu Ercüment Bey. Görmeyebilirdim de tabii ki, malum tweet akışı biraz hızlı. İletişim bilgilerimiz gönderdik ve 15 Ekim günü saat 15'te EGİAD'da hazırdık Müge'yle :). 2 kısımdan oluşuyordu Ercüment Bey'in sunumu; Sosyal Medyanın Ticaret Hayatı ve Bilinirliğe Etkisi ilk kısım, Dijital İletişim ve Sosyal Medya Yaklaşımı ve Etkileri ikinci kısımın başlıklarıydı. Birinci bölümde dikkat çekici ilk nokta geleneksel firmalara online yatırımın neden gerekli olduğunu anlatan başlıktı, çünkü hepimiz biliyoruz ki şirketlerin birçoğu eliyle tutamadığı, hatta kimi zaman korktuğu dijital hayata yatırım yapmaya hala çekimser davranıyor. Bir diğer önemli nokta ise ent

İzmir'den Bir Fuar Daha Geçti

Çok oldu kalem görevi vermeyeli klavyeye. Yazacak çok şey birikti aslında. Harika bir 9 Eylül geçti İzmir'den ve bir de Fuar. Tabii ben yine çıkmadım fuardan, her ne kadar Göksel konserine gidecek kimseyi bulamamış olsam da orda olduğum her gün güzel. Sanırım bu 81. İzmir Enternasyonel Fuar'ına dair bir yazı oluyor :). Biliyorsunuz veya bilmiyorsunuz ama genel söylem şu yönde, Fuar'ın artık eskisi gibi olmadığı. Bir de panayır diyorlar. Haksız değiller. Bambaşka bir dünyada yaşıyoruz artık. Globalleşmeyi aştık dijital bütünleşiyoruz, erişiyoruz ve yaşıyoruz. Fuar özünde firmaların, dahası yeni ürünlerin tanıtıldığı, sunulduğu organizasyonlardır. Bunda hemfikiriz ama bizim fuarlara ihtiyacımız var mı? Yeni çıkan ürünleri tanımak için ya da uzak bir şehirdeki girişiminden ve onun ürünlerinden haberdar olmak için fuarı mı beklemeliyiz? Asla hayır. Çünkü biz internette yaşıyoruz ve Web 2.0. kuşağıyız. Ama yine de bu yıl Fuar geçen yılkinden çok daha iyiydi.  Öncelikle

Pepsi and Ramazan

I wrote this article because of my friend's request. Pepsi is one of the multinational company who runs in Turkey. As we know all of the multinational companies implement different strategies in different countries because of demographics, geography etc. Promotion Strategies are important at that point because of brand loyalty. Company must create continuously brand awareness by tend to consumers emotions, these awareness brings brand preference. After that preferences, brand insistence is made. So, these three point create brand loyalty. In Turkey, Ramazan is big chance to create new advertisements. It is easy to influence consumers by romantic advertisements. Pepsi is well-known brand of course. Ramazan advertisements are reminder advertising for it. They send a message that; we are here for you in Ramazan. Pepsi sell goods, so they do product related advertising; it has 3 objectives. These objectives are to create brand awareness, to create and maintain the image of prod

'CV' Deyin Çekiyorum!

 Kariyer.net’te gezerken geçen gün bir ilana denk geldim, inceliyordum. İlanın sonunda şu ifade yer alıyordu: “ Fotoğrafsız CV’ler dikkate alınmayacaktır.” Firmaya karşı bir önyargı oluşturdu bu bende. Neden diye düşündüm. Bu konuyu daha önce Mbs yemeğinde L’oreal’den Zeynep Hanım’la da konuşmuştuk, isteğe bağlı bir durum olduğunu söylemişti ama anladığım kadarıyla fotoğraflı olması işverenler ve İK departmanlarının daha çok sevdiği bir durum. Amerika’da zorunluluk yokmuş hatırladığım kadarıyla, malum onlarda beyazlık ve siyahlık nahoş bir tarihe sahip. Ben işe alım pozisyonunda çalışsam herhalde fotoğraflı olmasını arzu ederdim ama inkar edilemez ki; fotoğraflı ama içi boş bir özgeçmiştense fotoğrafsız ve dolu olan bizi ilgilendirir, reklam yüzü ya da kapak kızı vs. aramıyorsak. Mülakata gelecek adayın önceden resmini görmek, onun hakkında bir izlenim edinmek için faydalı olabilir. Ama ayrımcılıkların bariz olarak yaşandığı ülkemizde ısrarla fotoğraflı CV istenmesi acaba dedir